İnsanları doğru yola ulaştıran ve bu yoldakilerin de tarif edilemez nimetlere mazhar olmasını sağlayan ve kendilerine Silsile-i Aliyye denilen büyük veliler zincirinin 35. halkası. Hace Mustafa Naci Hazretleri’nin dedeleri Muş’a yerleşmişlerdir (1843-1929). Evlâd-ı Resûldendir. Palu’da Seyyid Mahmud Sâminî Hazretlerinin sohbetleri ile kemâlâ gelmiş ve icazetini almıştır. 28 yaşında iken gördüğü bir manevi işaret üzerine daha 25 günlük evli iken Muştan Paluya gelir. Paluda dedesinin bir dostu olan Cemal Bey’e misafir olur. Cemal Bey ile Sâminî hazretlerinin sohbetlerine devam ederler. Bir gün sohbetten sonra, Sâminî hazretleri ile daha önce hiç tanışmadıkları hâlde,
Sâminî hazretleri, “Mustafa, kalk kahve yap, beraber içelim”, diye emir buyurur.
Sâminî hazretleri Cemal Bey’e “Misafiriniz nerelidir?”
Cemal Bey, “Muşludur kurban”, der.
Sâminî hazretleri, “Peki bundan sonra bizim misafirimiz olsun”, der. O misafirlikle beraber Mustafa Naci Hazretleri Sâmini hazretlerinin müridi olur.
Hace Mustafa Naci Hazretleri, o günden sonra gönlüne hiç bir havatır (hatıralar) getirmeden, mürşidine manevi anlamda tam olarak teslim olur. Sâminî hazretleri bir gün Mustafa Naci’ye “Mustafa senin bir ailen varmış, neden bize bahsetmedin”, der. Mustafa Naci hazretleri, “Efendimiz sormadı, bizde söylemedik”, diyerek hocasına olan bağlılığının, muhabbetinin ve aşkının zirvesinde olduğunu gösterir. Sâminî hazretleri, “Hemen aileni al ve buraya gel”, diye emir buyurduktan sonra, Mustafa Naci hazretleri emri yerine getirerek ailesiyle Paluya taşınır.
Sâminî hazretlerinin alem-i bekaya teşriflerinden sonra, Hace Mustafa Naci hazretlerinin aynı icazeti üzerine, Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumi (İmam Efendi) hazretleri tarafından ikinci bir mühür vurulur. Artık iki nur sahibidir. Kabr-i Şerifleri Elazığ, Harputta Meteris mezarlığında İmam Efendi hazretlerinin türbesi içerisindedir. Hace Mustafa Naci Hazretleri’nin son derece heybetli bir görünüşü olup, pek uzun boylu idi. İnsanın içine işleyen nazarları, insanda ister istemez saygı uyandırır ve bir topluluk içerisinde manevi yükseklikleri ile hemen fark edilirdi. Mürşidi Mahmud Sâminî Hazretlerine 22 yıl hizmet etmiştir. Sâminî hazretleri, Mustafa Naci hazretlerinin sadakat ve hizmetleri üzerine bizzat kendisi “Naci” (kurtulan, necat bulan) ismini Mustafa’ya eklemiştir.
Nakşi tarikatının 9. müceddidi Muhammed Mazhar Harputi hazretleri nakl ediyor: Sâminî hazretleri, İmam Efendi hazretlerinden önce Mustafa Naci hazretlerine icazet vermek isterler. Fakat, Mustafa Naci hazretleri “Efendim, önce İmam Efendiye icazetini veriniz”, derler. Kaddesallahu Sırrahulaziz. İşte büyüklük dedirttirecek bir davranış ki, her velide görülmez.
Muhammed Mazhar Harputi hazretleri, bu konu ile ilgili “Maneviyatta bile tercih ederler. Tercih eden kazanır”, diye emir buyururlar.
Vefat ettikten sonra, mübarek vücudlarını kabre Muhammed Mazhar Harputi Hazretleri koymuştur. Bu sırada İmam Efendi Hazretlerinin kabrinden bir kısmın açıldığını görmüş ve daha sonra şöyle buyurmuştur, “Hoca Efendimizi kabre koyduktan sonra İmam Efendimizin kabri şeriflerinin yan tarafı açıldı. Meğer dostunu bekliyormuş. İki mezar birleşti”, diye emir buyururlar.
Hoca Efendi namıyla da meşhur olmuştur. Bütün hâlleriyle ilk mürşidi Seyyid Mahmud Sâminî hazretlerine o kadar benzer ve ona o kadar fazla hizmet etmiştir ki, bu hizmetleri karşılıksız kalmamıştır. Sadece bir nazarıyla insanlara manevi makamları atlattırırdı. Muhammed Mazhar Hazretleri onun için “Hoca Efendimiz, Sâminîn çıynağından çıkmıştır (aynen Sâminî dir)” diye emir buyururlardı.
Muhammed Mazhar Ettasi Harputi Hazretleri nakl ediyor:
“Hoca Efendimiz (Hace Mustafa Naci) Hazretleri, Harputlu Hacı Tevfik Efendi (Bu muhterem zat, o dönem zahiri ilimlerde mütehassıslığıyla meşhur bir zat olup bu olay gerçekleştiğinde henüz batıni ilimlerde ilk dönemlerinde olduğu anlaşılıyor) ile İmam Efendimizin oğlu Muhyiddin Efendinin ticaret yaptığı dükkânın önünde otururlarken, Hoca Efendimiz bu işin sadece zahiri ilimlerle olamayacağını ilm-i batının da bir insanda olması gerektiğini ve zahiri ilmine güvenmemesi gerektiği konusunda konuşurlarken, Hoca Efendimiz Hazretleri birden elini Hacı Tevfik Efendinin dizine koyarak yolun karşısında yürümekte olan bir ademi gösterirler ve “Bak !” diye emir buyururlar. O anda Hacı Tevfik Efendi’nin gözündeki perde kalkar ve o adamın Nefs-i Emmareyi kendisinin haberi olmadan Hoca Efendimizin nazarlarıyla atlayarak, manevi olarak terakki ettiğini görür.
Hacı Tevfik Efendi, “Aman Efendim bu nasıl olur?” diyerek pek hayret eder.
Hoca Efendimiz Hazretleri, “Ne olacak? Geleceği yer orası değil miydi?”, diyerek emir buyurur. [Bu olayın geçtiği yer şimdiki Harputta Kurşunlu Camiinin doğu tarafında köşe başındadır. Bu dükkân maalesef muhafaza edilmemiştir. Dükkânın olduğu yer, şimdi bir ilköğretim okuluna bakmaktadır. O ademinde demek ki kabı boşmuş ki Hace Mustafa Naci Hazretleri’ni nazarlarıyla terakki etti. Kaddesallahu Sirrahulaziz].
İbrahim Bin Edhemler Bizim Zamanımızda Olsaydı
Muhammed Mazhar Ettasi Harputi hazretleri nakl ediyor:
Bir defasında Hoca Efendimiz hazretleri şöyle buyurdu: “İbrahim Edhemler bizim zamanımızda gelseydi. Tacıyla tahtıyla Allah’a vasıl ederdik. Hiç bir manisi olmazdı”, diye emir buyurur.
Bu sözü her kâmil söyleyemez. Bu söz, Mustafa Naci Hazretlerinin büyüklüğünü gösterdiği gibi, diğer önemli bir hususta “her zamanın eğitiminin farklı olduğudur”. Nitekim Mahmud Sâminî hazretlerinin hayatını anlatırken bahsettiğimiz gibi, emr-i ilahi ve peygamberiyle daha önce mürşidinin 5000 olan kelime-i tevhid dersi 300’e indirilmiştir. Dediğimiz gibi bu da bizzat Cenab-ı Hakk tarafından emredilmiş ve Peygamber Efendimiz tarafından Sâminî hazretlerine mana aleminde bildirilmiştir. Yoksa haşa bu büyükler kendi kafalarına göre böyle şeyler söylemezler. Bizzat davacıları Peygamber efendimiz olur ki, davacısı Peygamber olanı da hangi avukat kurtarabilir. Bu nedenle, Allah’a giden yolda görülenleri kendi görüşlerimize göre değerlendirmek manevi anlamda büyük vebalin altına girmemize neden olur.
HALİFELERİ
Hace Mustafa Naci (Hoca Efendi) hazretleri İmam Efendiden icazetli olan beş büyük halifenin icazetnamelerini kendisi tekrar tasdik etmiş ve mübarek mührünü vurmuştur. Bu durumu Hace Mustafa Naci Hazretlerinin kıymetli oğulları, Abdullah Demirel (1918-2013) gülümseyerek şöyle anlatırlardı: “Efendi hazretleri (babası) beşini de çağırdı ve icazetnamelerini verdi. O zaman küçüktüm. Ben zannettim ki bana da icazet verecek. Sonra anladım ki bu iş babadan oğula geçmez. Ancak, Emr-i İlahi ve Emr-i Peygamberi ile olur” [Abdullah Demirel Bey, kalb gözü açık veli olduğunda şüphemiz olmayan değerli bir zat idi. İnsanın aklından geçenleri hemen okurdu. Fakat, irşad ile görevlendirilmemişti. Bu önemli bir noktadır ki Muhammed Mazhar Hazretleri (k.s.)’nin mübarek kelâmı hemen akla gelir: “Alim çoktur ve Veli çoktur ama İnsan-ı Kâmil bir tanedir”. Kabri İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışındadır].
Bu 5 büyük veli (Harputta beş kardeş diye de bilinirler). [“Bilenler için”, ihvan kardeşliği kan bağıyla olan kardeşlikten üstündür]
1) Seyyid Nureddin Efendi Hazretleri (İmam Efendi’nin oğludur. Kabri, İmam Efendinin türbesi içerisinde girişte hemen karşıdaki kabirdir.
2) Sonsürülü (Sürsürülü) Molla Hüseyin Efendi (Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışında, güney tarafında, türbeye yaklaşık dört metre uzaklıktadır,
3) Musa Kâzım Harputî Hazretleri (Hace Mustafa Naci Hazretlerinden sonra, Gavsiyet makamındaki büyük zattır. İcazetnamesinde hem İmam Efendi Hazretlerinin, hem de Hace Mustafa Naci hazretlerinin mühürleri vardır. İki nur sahibidir. Zamanının sahibi, İnsan-ı Kâmili, ilahi nurların ve feyzlerin kaynağı ve Silsile-i Aliyye’nin 36. halkasıdır. Türbesi Harputta İmam Efendi’nin türbesinin kuzey tarafında yaklaşık 20 metre uzağındadır).
4) Sadeddin Efendi Hazretleri (k.s.) (Tilenzik köyünden. Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin kapısının hemen sağındadır).
5) Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi Harputî Hazretleri (k.s.) (Musa Kâzım Hazretlerinden sonra Allah-u Teâla ve peygamberimiz emriyle zamanının sahibi, Gavs-ı Azamı. İcazetnamesinde İmam Efendi Hazretleri, Hace Mustafa Naci Efendi Hazretleri ve Musa Kâzım Harputi hazretlerinin mührünü taşımaktaydı ki böyle bir icazet kimseye nasip olmamıştır. Üç nur sahibidir. Nakşi tarikatının Ettasi lakabıyla meşhur 9. Müceddidi ve Peygamber Efendimizden gelen ve yüzyıllarca sineden sineye nakl olan manevi sırların, hikmetlerin ve feyzlerin yegâne kaynağı, büyük alimler ve veliler zinciri olan Silsile-i Aliyye’nin 37. halkası).
Şah-ı Nakşibend (k.s.), Abdülkadir Geylani (k.s.) ve Muhyiddin-i Arabi (k.s.) Hazretlerinin Teşrifi
Müşarünileyh buyurdu ki;
Bir gece sohbetten sonra Sâminî hazretleri harem tarafına teşrif ettikten sonra ben demir kapıların kilit ve sürgülerini kapadım ve kendi hücreme (odama) çekildim. Yatağıma oturup günlük dersimi yapmakla meşgul iken, bulunduğun hücrenin baktığı büyük odanın kapısı açıldı ve içeriye üç kişi girdiler. Doğrudan kitaplığın yanına gittiler ve Sâminî hazretlerine ait olan kitabı alıp sayfalarını çevirmeye başladılar ve içlerinden birisi
“İşte Sâminî hazretlerinin eksik dediği sayfa burası”, diyerek birbirlerine baktılar. Daha sonra, aynı kişi, “Bu Sâminî de ne kadar mutahakkık (doğruluğu meydana çıkan)”, dedi.
Giderlerken benim yanıma gelip, “Sen nesi oluyorsun?”, dediler. “Efendinin hizmetçisiyim”, dedim. “Çalış, yerini bulmuşsun, hizmetinde bulun”, deyip gittiler. Ben kalkıp aşağıya gittim, kapılar kapalıydı. Yukarı çıktım beni bir hâl aldı. O sırada Sâminî hazretleri içeri girdi.
“Korktun mu Mustafa?”, diye emir buyurdu. Baktım ki efendim durumdan haberdardır. Biraz, kendime geldim ve “Evet kurban”, dedim. “Tanıdın mı onları” dedi. “Hayır”, dedim. “Onlardan birisi, Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretleri, diğeri Nakşibendi Hazretleri ve o kitabı çevirende Muhyiddin-i Arabi Hazretleriydi. Yazmış olduğu kitaptan bir yerde eksiği vardı. Onu düzeltti. Onun için gelmişlerdi”, dedi. [Kaddesallahu Sîrrahulaziz].
Not: Bu sitedeki resim ve yazılar ticari amaçlı kullanılamaz.
2013©Her Hakkı Saklıdır.